ANA SAYFA
İmam Şafi Hazretleri


İmam Şafi’nin asıl adı, Muhammed bin İdris’tir. Dedesinin dedesi olan Şafi, Kureyş kabilesinden ve ashab-ı kiramdan olduğu için, Şafi adı ile meşhur olmuştur. İmam Şafi Hazretleri, Filistin sınırları içinde bulunan Gazze’de, Hicri 150, Miladi 757senesinde; İmam Azam Hazretlerinin vefatından az sonra dünyaya teşrif etmiş, Hicri 204’de vefat etmiştir. Mısır’ın Kahire şehrinde; Kurâfe Kabristanlığında medfun bulunmaktadır.

İmam Şafi Hazretleri, Peygamber Efendimiz (asm)’in sünnetine son derece riayet ederdi. İlmi, tevazusu, heybet ve vakarı ile kalplere tesir ederdi. Kur'an-ı Kerim okurken dinleyenler kendinden geçerdi. Orta halli giyinirdi. Heybetli bir görünüşü vardı. O bakarken, yanındakiler su dahi içemezlerdi. Yüzüğünde, “el-bereketü fil-kana'ati” (Bereket, kanaat etmektedir) yazılı idi.

Çok güçlü bir hafızaya sahipti. Bu hafıza onu ilimde o kadar mahir yapmıştı ki, çok az insana nasip olabilecek bir yaşta, daha yedi yaşında iken hafız olmuştu. On yaşında İmam Malik’in hadis kitabı olan Muvatta’yı sadece dokuz günde ezberlemişti. Bir sayfayı okurken diğer sayfayı eliyle kapatır ve niçin böyle yaptığını soranlara: “Gözüm o sayfaya kaçınca onu da ezberliyorum. Sırasıyla ezberlemek için böyle yapıyorum.” derdi.

Kendisi, ilim öğrenmeye başladığı ilk günleri şöyle anlatır:

"Kur'an-ı kerimi ezberledikten sonra devamlı Mescid-i Haram’a gidip, fıkıh ve hadis âlimlerinden pek çok istifade ettim. Fakat çok fakir idik, bir yaprak kâğıt almaya bile gücümüz yoktu. Derslerimi ve öğrendiğim meseleleri yazmakta çok sıkıntı çekerdim."

Gençliğinin ilk yıllarında kendini tamamen ilme verip, Mekke'deki Süfyan bin Uyeyne, Müslim bin Halid gibi fakih ve muhaddislerden ilim tahsil etti. Hadis, fıkıh, lügat ve edebiyatta çok yükseldi. Mekkeli gençler arasında, ilimde parmakla gösterilen bir dereceye ulaştı.

Tahsilinde en önemli safha, İmam Malik Hazretlerine talebe olmasıyla başladı. Mekke'den Medine'ye gidip, İmam Malik'ten ders almasını şöyle anlatmıştır:

"İlk zamanlar Mekke'de, Müslim bin Halid'den fıkıh öğrendim. O sırada Medine'de bulunan Malik bin Enes'in büyüklüğünü ve Müslümanların imamı olduğunu işittim. Kalbime geldi ki onun yanına gideyim, talebesi olayım. Sonra onun meşhur eseri olan Muvatta’nın bir nüshasını, Mekke'de birinden tekrar geri vermek üzere alıp dokuz günde ezberledim.”

“Mekke valisine gidip, birini Medine valisine birisini de Malik bin Enes'e vermek üzere iki mektup alıp Medine'ye gittim. Medine'ye varınca, Medine valisine gidip ona ait olan mektubu verdim ve Medine valisi ile birlikte İmam Malik'in yanına gittik. İmam Malik dışarı çıktı. Uzun boylu ve gayet heybetli bir görünüşü vardı. Medine valisi, Mekke valisinin gönderdiği mektubu imama takdim etti. Mektupta, ‘Muhammed bin İdris, annesi tarafından şerefli bir kimsedir. Ve hali şöyle şöyledir...’ diye yazılı olan kısmı okuyunca:

‘Sübhanallah! Resulullah’ın ilmi şöyle mi oldu ki, mektup ile yazılıp, sorulup, talep olunur.’ dedi. Ben de durumumu ve ilim öğrenmek istediğimi anlattım. Sözlerimi dinledikten sonra bana baktı ve ‘Adın nedir?’ dedi. Ben de ‘Muhammed'dir’ dedim. Sonra bana şöyle dedi:”

‘Ey Muhammed! İleride büyük bir şanın olacak, Allah Teâlâ senin kalbine bir nur vermiştir. Onu günahla söndürme! Yarın birisi ile gel, sana Muvatta'yı okusun.’ buyurdu. Ben de, ‘Onu ezberledim, ezberden okurum.’ dedim.”

“Ertesi gün İmam Malik'e gelip okumaya başladım. Her ne zaman İmamı üzme korkusundan okumayı bırakmak istesem, benim güzel okumam onu hayretler içerisinde bırakır, ‘Ey genç, daha oku.’ derdi. Kısa zamanda Muvatta'yı bitirdim."

İmam Malik'in yanına geldiği zaman yirmi yaşlarında bulunuyordu. İmam Malik O’nu himayesine alıp, dokuz yıl müddetle ilim öğretti. İlimde yüksek bir dereceye ulaşan İmam Şafii Mekke'ye dönünce, oraya gelen Yemen valisi, O’nu Yemen'e götürüp kadılık vazifesi verdi. Beş yıl kadar bu görevi yaptıktan sonra, Bağdat’a giderek, ilmini ilerletmek için, İmam Azam’ın talebesi olan İmam Muhammed'den ders almaya başladı. İmam Muhammed onu kendi himayesine alıp, yazmış olduğu kitaplarını okutmak suretiyle, Irak'ta tedvin edilen fıkıh ilmini ve Irak'ta meşhur olan rivayetleri öğretti. İmam Muhammed ayrıca İmam Şafi'nin üvey babası idi. İmam Şafi, O’nun ilminden ve kitaplarından çok istifade etmiştir.

İmam Şafi, Bağdat’ta İmam Muhammed'den aldığı dersleri tamamlayıp, Mekke'ye döndü. Burada bir müddet inceleme ve araştırmalar yapıp, ayrıca talebelere ders verdi. Bilhassa hac mevsiminde çeşitli İslam beldelerinden gelen ilim adamları ondan ilim öğrenirlerdi. Mekke'deki bu ikameti dokuz yıl kadar sürdü. Sonra tekrar Bağdat’a gitti. Bu sırada Bağdat İslam âleminin önemli bir ilim merkezi idi. Burada bulunan âlimler, İmam Şafi'ye hürmet göstermiş ve ilim talebeleri onun etrafında toplanmıştır. Bağdat âlimleri dahi ondan ders almışlardır. Daha önce Mekke'de İmam Şafi ile görüşen ve ondan hadis dinleyen Ahmed bin Hanbel O’na talebe olmuş ve O’nun üstünlüğüne hayran kalmıştır. Yine İmam Şafii ile emsal olan İshak bin Raheveyh ve benzerleri ondan ilim tahsil etmiştir. Herkes onun dersine koşuyor ve verdiği fetvalara hayran kalıyordu.

İmam Şafi Hazretleri, ilim, zühd, marifet, zekâ, hafıza ve nesep bakımlarından zamanındaki âlimlerin en üstünü idi. Yazdığı eserler ömrünün günlerine bölündüğünde, bir gününe on beş sayfa düşmektedir.

Az yer ve az uyurdu. "On altı senedir, doyasıya yemek yemedim." buyurdu. Sebebi sorulunca, "Çok yemek bedene ağırlık verir. Kalbi zayıflatır, anlayışı, idraki azaltır; çok uyku getirir ve böylece insanı ibadetten alıkoyar. Kulluğun başı az yemektir." derdi.

Zamanının en büyük âlimi olan ve yüz binlerce hadis-i şerifi ezbere bilen Ahmed bin Hanbel, O’ndan ders almaya gelirdi. Çok kimse İmam Ahmed'e, "Böyle büyük bir âlim iken, karşısında nasıl oturuyorsun?" dediklerinde, "Bizim ezberlediklerimizin manalarını o biliyor. Eğer onu görmeseydim, ilmin kapısında kalacaktım. O, dünyayı aydınlatan bir güneştir, ruhlara gıdadır." derdi.

Ahmed İbn-i Hanbel Hazretleri, İmam Şafi’yi şu sözleriyle övmüştür:

"Fıkıh kapısı kapanmıştı. Allah Teâlâ, bu kapıyı kullarına İmam Şafi ile tekrar açtı.”

“İslamiyet’e, şimdi Şafi'den daha çok hizmet eden birini bilmiyorum."

‘Allah Teâlâ her yüzyılda bir âlim yaratır. Benim dinimi, herkese onun ile öğretir.’ hadis-i şerifinde bildirilen âlim, İmam Şafi'dir.”

Ahmed bin Hanbel'in oğlu Abdullah, babasının İmam Şafi'ye çok dua ettiğini görerek sebebini sorunca: "Oğlum, İmam Şafi'nin insanlar arasındaki yeri, gökteki güneş gibidir. O, ruhların şifasıdır." demiştir.

Bir seferinde de: "Eline kalem-kâğıt alan herkesin İmam Şafi'ye şükran borcu vardır." demiştir.

Süfyan-ı Sevri ise O’nun hakkında şöyle demiştir:

"İmam Şafi'nin aklı, zamanındaki insanların yarısının akıllarının toplamından fazladır."

Abdullah-i Ensari buyurdu ki:

"İmam Şafii'yi çok severim. Çünkü evliyalıkta hangi makama baksam, onu herkesin önünde görüyorum."

Talebelerinden biri anlatır:

“Bir bayram günü İmam Şâfi Hazretleri ile beraber mescidden çıktık. Bir mesele hakkında sohbet ediyorlardı. Evlerinin kapısına gelince, bir hizmetçi kendisine bir kese altın getirip, efendisinin selâmı olduğunu ve bunu kabul buyurmasını rica etti. İmam Şafi Hazretleri keseyi kabul etti. Biraz sonra biri gelip, "Hanımım bir çocuk doğurdu. Yanımda hiç param yok. Sizden Allah rızası için biraz para istiyorum." dedi. İmam Şafiî Hazretleri keseyi hiç açmadan, olduğu gibi o şahsa verdi. Hâlbuki biliyordum ki, kendisinin de hiç parası yoktu.

“İmam Şafi Hazretleri Yemen'e bir sefer yapmıştı. Dönüşünde on bin dirhemle gelip, çadırını Mekke'nin dışına kurdurarak, ziyaretçilerini orada kabul etti. Halk topluluklar hâlinde İmam Şafi'ye gelerek müşküllerini hallediyordu. Ziyaretçiler arasında bulunan fakirlere de para dağıtıyordu. Böylece, Yemen'den getirdiği on bin dirhemin hepsini fakirlere dağıttı ve ondan sonra da: ‘Oh! Şimdi rahatladım.’ buyurdu.”

İmam Şafi’nin nasihatlerinden ve hikmetli sözlerinden -Allah Teâlâ bu nasihatlerden istifadeyi bizlere nasip etsin- bir kısmı şöyledir:

"İlmi, kibirlenmek ve kendini büyük görmek için isteyenlerin hiçbiri felah bulmuş değildir. Ama ilmi tevazu için, âlimlere ve insanlara hizmet için isteyen, elbette felah bulur, kurtulur."

"Resulullah’ın ve ashabının yolunda olmayanı havada uçar görsem, yine doğruluğunu kabul etmem."

"Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten koruyandır."

"İki kişinin, darıldıktan sonra birbirinin ayıplarını ortaya çıkarması, münafıklık alametidir."

"Dostlar ile yapılan sohbetten sevimli bir hareket yoktur. Dostların ayrılığı kadar da gam ve keder veren bir şey yoktur."

"Allah Teâlâ’yı bilen necat bulur. Dininde titizlik gösteren, kötülüklerden kurtulur. Nefsini ıslah eden saadete kavuşur.”

"Kim şu üç şeyi yaparsa imanı kâmil olur:

1. Emr-i bi’l-maruf yapmak, yani Allah Teâlâ’nın emirlerini yaymak için çalışmak.

2. Nehy-i an’il-münker yapmak, yani Allah Teâlâ’nın yasaklarını yapılmaması için uğraşmak.

3. Her işinde Allah Teâlâ’nın dinde bildirdiği hudutlar içinde bulunmak.”

“Dünyada zahid ol, dünya malına bağlanma! Ahireti isteyici ol, onun için çalış! Her işinde Allah Teâlâ’yı hatırla. Böyle yaparsan, kurtulmuşlardan olursun. Ruhsat ve teviller ile uğraşan âlimden fayda gelmez.”

“İnsanları tamamen razı ve memnun etmek çok zordur. Bir kimsenin bütün insanları kendinden hoşnut etmesi mümkün değildir. Bunun için kul, daima Rabbini razı ve memnun etmeye bakmalı, ihlas sahibi olmalıdır.”

"Senden daha çok malı ve parası olan kimseyi kıskanma. O, malına ve parasına hasretle ölür. İbadeti ve itaati çok olan kimselere gıpta et. Yaşayanlar da sonunda ölecekleri için, onların dünyalıklarına özenmeye değmez."

"Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düşmanı olmasın. Mademki böyledir, o halde Allah Teâlâ’ya itaat edenlerle beraber bulun, onları sev."

"İlim, ezber edilen şey değil, ezber edilen şeyden temin edilen faydadır."

"Kalbine ilahi bir nur penceresinin açılmasını isteyen şu dört şeyi yapsın:

1. Günün belli bir vaktinde yalnız kalsın ve huzura dalsın.

2. Midesini pek fazla doyurmasın.

3. Sefih kimselerle düşüp kalkmayı bıraksın.

4. İlimleriyle yalnız dünyalık arzu eden kimselere yaklaşmasın."

“Dünyayı ve Allah Teâlâ’yı bir arada sevdiğini söyleyen kimse yalancıdır.”

"Hiç bir vakit yoktur ki ilim mütalaası, hüzün ve kederi yok etmesin. İlmi mütalaa, kalbin en ince ve en gizli noktalarını harekete geçirir, insanda yüce duygular uyandırır.”

"Sadık dost, arkadaşının hüzün ve sevinçte ortağı olandır."

"Haksız sözleri tasdik eden, dalkavuk ve ikiyüzlüdür."

"Sadık dost, arkadaşının ayıplarını görünce ihtar eder, ifşa etmez."

"İbret almak istersen, hata sahibi kişilerin akıbetlerine bak da kalbini topla."

"Âlimlerin güzelliği, nefslerini ıslah etmeleridir. İlmin süsü, şüpheli şeylerden sakınmak, yumuşak olup, sertlik göstermemektir."

"Dünya işlerinde bir darlığa ve sıkıntıya düşen kimse, ibadete yönelmelidir."

"Hizmet edene, hizmet edilir."

"İlmi sevmeyende hayır yoktur. Böyle kimselerle dostluk ve bağlılığını kes. Çünkü ilim kalblerin hayatı, gözlerin aydınlığıdır."

"Bütün düşmanlıkların aslı, kötü kimseler ile dostluk etmek ve onlara iyilik yapmaktır."

"İlim öğrenmek, nafile ibadetten üstündür."

"Kendini bilmeyene ilim öğreten, ilmin hakkını zayi etmiş olur. Layık olandan ilmi esirgeyen de, zulmetmiş olur."

"İlim öğrenmek için üç şart vardır: Hocanın maharetli, talebenin zeki olması ve uzun zaman."

"Kimin düşüncesi, arzusu, maksadı yemek içmek (dünya) ise; kıymeti, bağırsaklarından çıkardığı kazurat kadardır."

"Dünyada en huzursuz kimse, kalbinde haset ve kin taşıyanlardır."

"Başkalarını senin yanında çekiştiren, senin bulunmadığın yerde de seni çekiştirir.

"Kanaatkâr olmak, rahatlığa kavuşturur."

"Sırrını saklamasını bilen, işinin hâkimidir. "

"Dünyanın sevinci de, kederi de; bolluğu da, darlığı da devamlı değildir. Kanaatkâr bir kalbe sahip olduğun zaman, sen ve dünyaya sahip olan kimse eşitsiniz. Ölüm kimin yanına gelirse, artık onu ölümün elinden kurtaracak ne yer ve ne de gök vardır. Gerçi Allah Teâlâ’nın yarattığı şu yeryüzü geniştir; fakat bir kere Allah Teâlâ’nın hükmü gelince, feza bile dar gelir. Ölümün asla devası yoktur."

"Sefih ve cahil bir kimse konuşunca ona cevap verme. Sükût, ona cevap vermekten daha hayırlıdır."

"Öğrenmenin acısını bir müddet tatmayan, hayatı boyunca cehaletin zilletini yudumlar."

"Bütün düşmanlıkların sevgiye dönüşmesi umulur. Fakat hasetten dolayı olan düşmanlık böyle değil."

"Allah Teâlâ’yı sevdiğini söylersin, hâlbuki O’na isyan edersin. Böyle sevgi olmaz. Eğer sevginde samimi olsaydın, Allah Teâlâ’ya itaat ederdin. Çünkü seven, sevdiğine itaat eder."

"Senden görüşünü istemeyene, görüşünü verme. Çünkü böyle yaparsan, övülmediğin gibi, görüşün de o kimseye fayda vermez."

"İlim öğren, kimse âlim olarak doğmaz. İlim sahibi ile cahil bir olmaz."

"Ey insan, dilini muhafaza et, seni sokmasın. Çünkü o, büyük bir yılandır. Kabirlerde, kahraman ve cesur kimselerin bile kendileriyle karşılaşmaktan çekinip, dilinin kurbanı giden nice kimseler vardır."

"Hakkı doğruyu kim söylerse söylesin kabul ediniz."

İmam Şafi'nin üstün şahsiyetine ve yüksek ilmine hayranlık duyarak, ondan ders alıp ilim öğrenen talebelerinden bir kısmı şunlardır:

Ahmed bin Hanbel, İshak bin Raheveyh, ez-Zaferani, Ebu Sevr İbrahim bin Halid, Ebu İbrahim Müzeni, Rebi' bin Süleyman-ı Muradi gibi birçok âlim. Daha sonraki asırlarda, Şafii mezhebinde yetişmiş âlimlerden meşhur olanlardan bazıları ise şunlardır: Hadis âlimlerinden İmam Nesai; Kelam (akaid) âlimlerinden Ebul-Hasen-i Eşari, İmam Maverdi, İmam Nevevi, İmam-ül-Haremeyn Abdülmelik bin Abdullah, İmam Gazali, İbni Hacer-i Mekki, Kaffal-ı Kebir, İbni Subki, İmam Suyuti…

İmam Şafii Hazretlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifler, Sahih-i Müslim'de, Sünen-i Ebi Davud, Sünen-i Tirmizi, Sünen-i Nesai, Sünen-i ibni Mace ve Sahih-i Buhari'nin ta'likatında yer almıştır.

İmam Şafi’nin vefatı

İmam Şafii Hazretleri, din-i İslam’a hizmet uğrunda tükettiği hayatının son anlarını, Kur'an-ı Kerim’i dinleyerek geçirmiştir. Talebesi Ebu Musa Yunus Kur’an okuyor ve O’da huşu içinde dinliyordu. Son nefeslerini vermek üzere iken, halini sordular. "Dünyadan göçüyorum. Artık ondan ayrılıyorum. Ümit şerbetini içiyorum. Kerim olan Rabbime gidiyorum." buyurdu. Vefatı İslam âlemi için büyük bir kayıp oldu. Duyulduğu her yerde, derin üzüntü ve gözyaşları ile karşılandı. Kahire'de el-Mukattam dağının eteğinde Kurafe kabristanına defnedildi. Daha sonra kabri üzerine bir türbe yapılmıştır. Türbesi üzerindeki şimdiki muhteşem kubbe, Eyyubi sultanlarından el-Melik el-Kaim tarafından; 608 (Miladi 1211) yılında yapılmıştır. Selahaddin Eyyubi tarafından da, türbesinin yanına büyük bir medrese yaptırılmıştır.

Allah Teâlâ, şefaatine bizleri nail eylesin. Âmin!



    Gönderen : İSMAİL        Tarih : 25 Nisan 2014        Hit : 5236

YORUM YAZMAK İÇİN ÜYE SEVİYENİZ YETERSİZ

 

Anasayfa  İletişim